20.11.2025
Neden 16 Kasım?
Hacienda Luisita Katliamı: Sendikalara Yönelik Baskının Karanlık Bir Örneği
Sendikal hakların, güvenlik politikalarıyla bastırılmasının, işçilerin yaşam haklarını ellerinden alan sonuçlar üretmesinin çarpıcı örneklerinden birinin yıldönümündeyiz. Filipinler’in Tarlac kentinde faaliyet gösteren tarım işçileri sendikası ULWU ve şeker fabrikası işçileri sendikası CATLU’nun, işten çıkarılanların işe iadesi, ücretlerde iyileştirme ve ulusal toprak reformunda somut taahhütler talepleriyle başlattığı grev 16 Kasım 2004 günü asker ve polis müdahalesiyle dağıtıldı. Hacienda Luisita Katliamı 21 yıldır, sermayenin çıkarları lehine kamusal gücün kötüye kullanılmasının simge vakalarından biridir ve bu nedenle 16 Kasım, dünya sendikalarının çağrısıyla “Sendikal Baskılara Karşı Küresel Eylem Günü” olarak anılmaktadır.
Hükümetin Sendikalara Yaklaşımı ve Politik Etkisi
Filipinler’de 2001-2010 döneminde iktidarda bulunan Arroyo hükümeti, IMF ve Dünya Bankası çizgisinde neoliberal reformlar gerçekleştirmiş, özelleştirmeler, serbest ticaret anlaşmaları ve esnek istihdam modelleriyle sermaye dostu bir yönelim izlemiştir. Hükümet, bağımsız sendikalara ve grev hareketlerine karşı sistematik baskı uygulamış, grev yasaklarını sıklaştırmış, asker ve polis müdahalelerini meşrulaştırmıştır. Arroyo dönemi, Filipinler sendikal hareketi açısından demokratik gerileme ve militarizasyon dönemi olarak anılır. Dolayısıyla, Hacienda Luisita Katliamı, Arroyo yönetiminin işçilere yönelik baskıcı çizgisinin sonuçlarından biridir.
Grev ve Saldırının Seyri
ULWU, Hacienda Luisita’da yer alan şekerkamışı yetiştirme sahasında çalışan işçilerden, aralarında kendi yöneticilerinin de bulunduğu 327’sinin işten çıkarılması üzerine 6 Kasım 2004’te greve gitti. Plantasyonda bulunan şeker fabrikasında örgütlü CATLU da toplu pazarlıkta yaşanan tıkanma üzerine ULWU’ya katıldı ve böylece binlerce işçi ve köylünün katılımıyla çift yönlü bir grev hattı yaratılmış oldu. Ne var ki bu hatta Çalışma Bakanı’nın talimatıyla biber gazı, basınçlı su ve dakikalarca süren otomatik silah atışlarıyla müdahale edildi. Bağımsız medya ve tanıklıklar saldırı sonucunda ikisi çocuk olmak üzere en az 14 işçinin yaşamını yitirdiğini aktarmaktadır. Öte yandan, 30’u ateşli silahla olmak üzere 200’e yakın kişi yaralanmıştır.
Katliam Sonrası: Cezasızlık ve Yıldırma
Katliamın ardından sendika binalarına yönelik baskınlar, sendikaların grevlerini gerçekleştirdikleri sahalara yakın bölgelerde askeri varlığın artırılması ve toplu gözaltı ve tutuklamalar devam etmiştir. Her ne kadar, muhalif gruplarca parlamento ve senatoda çeşitli girişimlerde bulunulsa da katliama ve sorumlularına ilişkin kapsamlı ve adil bir soruşturma raporu oluşturulması sağlanamamıştır. Dahası, katliam sonrasında işçi sendikaları ile çiftçi hareketine destek veren veya tanıklık eden en az sekiz kişi daha öldürülmüştür ve bu durum cezasızlık algısını derinleştirmiştir.
Sendikal Baskılara Karşı
Hacienda Luisita Katliamı, sendikal hakların güvenlik politikalarıyla bastırılmasının emekçiler açısından nasıl ölümcül sonuçlar ürettiğinin çarpıcı bir örneğidir. ULWU ve CATLU’nun işten atılanların işe iadesi, ücret ve sosyal haklarda iyileştirme, toprak reformu gibi meşru talepleri, müzakere ve toplu pazarlık yoluyla karşılanması gerekirken cebir ve zor devreye sokulmuş, bir çalışma yaşamı uyuşmazlığı, kamusal düzen gerekçesiyle kriminalize edilmiştir. Hacienda Luisita Katliamı, sermayenin çıkarları lehine kamusal gücün kötüye kullanılmasının simge vakalarından biridir. Bu olay, emek hareketinin evrensel hafızasında; örgütlenme ve toplu pazarlık özgürlüğü ile grev hakkının dokunulmazlığını yeniden teyidi; devletlerin, işverenlerin çıkarlarını korumak adına güvenlik aygıtını emek mücadelesine yöneltmesinin kabul edilemez olduğu vurgusu; cezasızlığın, yeni ihlalleri teşvik eden bir yapısal risk yarattığı uyarısı ile yer etmiştir.
Türkiye’de Sendikal Alanın Genel Görünümü
Türkiye’de sendikal haklar mücadelesi ülkenin içinde bulunduğu koşullara paralel olarak sürekli sekteye uğratılmaya çalışılsa da var gücüyle sürüyor. Aslında Türkiye’de de sendikal haklar, başta Anayasa olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi’yle güvence altına alınmıştır. Ancak örneğin, ILO işçilerin sendika üyeliği veya sendika faaliyetleri nedeniyle işten atılmasını örgütlenme özgürlüğünün ihlali olarak tanımlamış olsa da; Türkiye imzacısı olduğu bu sözleşmeye rağmen hak ihlalleri ve baskılara göz yumuyor.
Ücretler, haklar, sosyal koruma, işçi güvenliği, toplu sözleşme ve pazarlık, sendika seçme özgürlüğü gibi konularda sorunlar gittikçe artarken işverenler sistematik bir şekilde sendika düşmanı uygulamalara devam ediyor ve örgütlenmeye çalışan işçileri işten çıkarıyor, grev hakkı engelleniyor. ILO Uzmanlar Komitesi raporlarında Türkiye’deki sendikal hakların pek çok açıdan ILO normlarıyla çeliştiği, yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğu sık sık belirtiliyor ve benzer eleştiriler yıllardır Avrupa Birliği’nin Türkiye İlerleme Raporları’nda da yer alıyor. Ancak sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin var olan darbe Anayasası ile kaldırılması mümkün görünmüyor. Sendikal hak ve özgürlükler ülkenin gerçek anlamda demokratikleşmesi ile mümkün olabilir. Bu doğrultuda sendikalaşma ve sendikalı işçi sayılarına dair veriler de var olan tabloyu özetler niteliktedir.
Sendikamız her türlü baskıya karşı emek ve demokrasi için dayanışmayı, birlikteliği ve mücadeleyi büyütüyor.