Ülkemizde çocuk işçiliği ve çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri ve buna bağlı çocuk işçi ölümleri sürüyor. Öyle ki son bir yılda en az 72 çocuk işçi hayatını kaybetti.
Dün hayatını kaybeden Habib Aksoy, Tuğba Taşdemir, Nisanur Taşdemir, Cansu Esetoğlu, Alperen Uygun, Sedat Kurt, Yakup Güneş, Hikmet Sarıoğlu ve Muhammed Kendirci... Bu isimler, sadece son on günde iş cinayetlerinde hayatlarını kaybeden çocuk işçiler. Okul sıralarında eğitim hayatlarına devam etmesi gereken çocuklar; sanayide, tarımda, inşaatta, MESEM’lerde ucuz işgücü olarak sömürülmeye devam ediyor.
Dünyada Yaklaşık 138 Milyon Çocuk İşçi Var
Bu çocukların yaklaşık 54 milyonu, sağlıklarını, güvenliklerini veya gelişimlerini tehlikeye atabilecek işlerde çalışmaktadır. Dünyada 2020’den bu yana 22 milyondan fazla çocuğun çocuk işçiliğinden el çektirildiğini gösteren veriler olsa da çocuk işçiliğini ortadan kaldırma konusunda beklenen hedeflere ulaşılamamıştır.
Verilere göre, tarım sektörü çocuk işçiliğinde hâlâ en büyük paya sahiptir ve toplam çocuk işçiliğinin yüzde 61’ini oluşturmaktadır. Bu sektörü hizmet sektörü, ev içi işler, sanayi sektörü takip etmektedir.
Savaşlarda Çocuklar Ölüyor
2024 yılında silahlı çatışmaların dünyadaki çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi en kötü düzeyine ulaştı. 473 milyondan fazla çocuk, diğer bir deyişle dünya genelindeki yaklaşık her altı çocuktan biri, çatışmalardan etkilenen bölgelerde yaşıyor. Çocuklar dünya nüfusunun yüzde 30'unu oluşturuyor, ancak ortalama olarak mülteci nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ını ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin yüzde 49'unu temsil ediyorlar. Çatışmalardan etkilenen ülkelerde 52 milyondan fazla çocuğun okula gidemediği tahmin ediliyor. Sadece Gazze'de 2 yıl içerisinde 19 bin Filistinli çocuk öldürüldü.
Yoksulluk Çocuk İşçiliğini Besliyor
Çocuk işçiliği, tek bir nedene indirgenemeyecek kadar çok yönlü bir sorundur. Hem yapısal hem de toplumsal nedenlerle ortaya çıkar ve bu nedenler birbirini besler. Çocuk işçiliğinin en temel nedenlerinden birisi yoksulluktur. Çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında yalnızca ekonomik kriz, yoksulluk ve eşitsizlikler değil; aynı zamanda çalışma yaşamında sendikal örgütlenmenin zayıf olması, güvenceli istihdamın azalması ve esnek çalışmanın yaygınlaşması da belirleyici bir rol oynamaktadır.
Bu yapısal zayıflıklar, çocuk emeğinin ucuz iş gücü olarak kullanılmasının önünü açmakta; çocuk işçiliğini sistemsel bir sömürü biçimine dönüştürmektedir. Taşeronlaştırma, parça başı çalışma, mevsimlik geçici istihdam, gündelikçilik, ev içi üretim ve kayıt dışı işçilik gibi modeller, yalnızca yetişkin emekçileri güvencesizleştirmekle kalmamakta; aynı zamanda çocuk emeğini daha kolay sömürülebilir hâle getirmektedir.
Okula erişemeyen ya da okuldan kopan çocuklar, en korunmasız kesimdir
Özellikle kırsal bölgelerde veya göçle gelen ailelerin çocukları için nitelikli eğitime ulaşmak zorlaştıkça, çocuklar çalışmaya yönelmektedir. Mevsimlik tarım işçiliği yapan ailelerin çocukları, zorunlu olarak göç ederek okuldan uzaklaşmakta ve erken yaşta çalışmaya başlamaktadır. Bu çocuklar, uzun saatler boyunca ağır koşullarda ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Sosyal yardımların yetersizliği, ücretsiz ve kapsayıcı eğitimin sunulamaması ve yeterli denetimlerin yapılmaması, çocuk işçiliğini artıran faktörlerdir. Zayıf sosyal koruma sistemleri, ailelerin çocuklarını koruma kapasitesini azaltmaktadır. Bu ülkeyi yönetenlerce de sıkça duyduğumuz; çocukların erken yaşta çalışması “çalışkanlık” ya da “iş öğrenme” gibi değerlendirmeler ve bu bakış açısı, çocuk işçiliğini normalleştirmekte ve çocuk hakları bilincinin yaygınlaşmasını engellemektedir.
Türkiye’de çocuk işçiliğinin en yaygın ve en kötü biçimleri şunlardır:
Bu çalışma biçimleri, çocukların hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı açısından ciddi riskler barındırmakta ve onların eğitimden kopmalarına neden olmaktadır.
Sözleşmeler ve Yasalar ile Hayat Arasındaki Uçurum
Türkiye, çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin yasaklanması ve ortadan kaldırılması amacıyla çok sayıda uluslararası sözleşmeye taraf olmuş ve önemli taahhütlerde bulunmuştur. Ancak aradan geçen yıllara rağmen, bu taahhütlerin önemli bir bölümü yalnızca kâğıt üzerinde kalmış; sahadaki gerçeklik, sözleşmelerde vaat edilen koruma düzeyinin oldukça gerisinde kalmıştır.
MESEM Uygulaması ve Çocuk İşçiliği
Türkiye’de mesleki eğitim sisteminin bir parçası olarak kurgulanan çıraklık uygulamaları, özellikle denetim mekanizmalarının zayıflığı nedeniyle, yaygın ve gizli bir çocuk işçiliği biçimine dönüşmektedir.
Çıraklık; çocukların okulda eğitim alırken haftanın belirli günlerinde işletmelerde meslek öğrenmelerini amaçlarken pratikte bu sistem çocukların düşük ücretle, uzun saatler çalıştırıldığı, kayıt dışı ve güvencesiz bir istihdam biçimine evrilmiştir. MESEM, ne gerçek anlamda bir eğitim modeli ne de çocukların gelişimini önceleyen bir sistemdir. Çocuklar öğrenci değil, ucuz iş gücü olarak görülmekte; yaşam hakları ve çocuklukları ellerinden alınmaktadır. Bu uygulama, eğitim değil; çocukları sistemin çarkına sıkıştıran, onları geleceksizleştiren bir istismar biçimidir.
Mevsimlik Tarım İşçiliği ve Çocukların İşçileşmesi
Türkiye’de çocuk işçiliğinin en ağır ve yaygın biçimlerinden biri, mevsimlik gezici tarım işçiliğidir. Bu alan, yalnızca çocukların çalışma koşulları açısından değil; aynı zamanda eğitim, sağlık ve güvenlik gibi birçok temel hakka erişimin engellendiği bir alandır. Mevsimlik tarım işçiliği, çocuk emeği sömürüsünün en yoğun görüldüğü alanlardan biridir. Hem ILO sözleşmelerinde hem de ulusal mevzuatta en kötü biçimdeki çocuk işçiliği olarak tanımlanmasına rağmen gerekli, kapsayıcı ve koruyucu çalışmalar yapılmamaktadır.
Özellikle çocuk işçiliğinin en ağır biçimlerinden biri olan gezici mevsimlik tarım işçiliği, zamanla kültürleşerek derinleşmiş ve birçok toplumsal sorunu da beraberinde getirmiştir.
Yılın yaklaşık altı ayını göç yolunda geçiren aileler, güvensiz ulaşım koşullarına ve ağır iş yüküne maruz kalmaktadır. Çalışmayan çocuklar ise günün 12 saati boyunca ebeveynsiz şekilde çadırlarda kalmakta; eğitimden, sağlık hizmetlerinden, güvenlikten, sosyal hayattan ve insanca yaşam standartlarından uzak bir hayat sürmektedir.
Genellikle eğitimden kopan bu çocuklar, yetişkinliğe geçtiklerinde bildikleri tek iş olan mevsimlik tarım işçiliğine devam etmektedir. Evlenince eşlerini, çocuk sahibi olduklarında da çocuklarını bu döngünün içine çekmektedirler.
Ne Yapılmalı?
Türkiye’nin de Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmelerde ve Yasalarımızda Çocuk İşçiliği
Çocuk işçiliği, yalnızca ekonomik bir sömürü biçimi değil; aynı zamanda çocukların gelişim hakkı, eğitim hakkı ve insanca yaşam hakkına yönelik ciddi bir ihlaldir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler (BM) organları tarafından kabul edilen çeşitli sözleşmeler, çocuk işçiliğini sınırlandırmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
Türkiye, bu sözleşmeleri 1998 yılında onaylamış ve çocukların en kötü biçimlerde çalıştırılmasının ortadan kaldırılmasını taahhüt etmiştir. Ancak günümüzde sokaklarda, atölyelerde, tarlalarda, sanayide çıraklık adı altında ve geri dönüşüm tesislerinde çalışan yüz binlerce çocuk, bu taahhütlerin uygulamada karşılık bulmadığını açıkça göstermektedir.
ILO’nun 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi (1973)
Türkiye’de 21 Haziran 1998 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşme, çocuk işçiliğinin önlenmesi amacıyla taraf devletlere önemli yükümlülükler getirmektedir. Sözleşmeye göre; çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini koruyacak şekilde asgari çalışma yaşının, gerekirse yükseltilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Ayrıca, çalışma yaşı; çocuğun zorunlu temel eğitimini tamamladığı yaş ile ilişkilendirilmiş ve hiçbir çocuğun 15 yaşından önce çalıştırılamayacağı hükme bağlanmıştır. Bunun yanı sıra, sağlığı ve güvenliği tehdit eden işlerde çalıştırılacak çocuklar için asgari yaş sınırı 18 olarak belirlenmiştir.
ILO 182 Sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması Sözleşmesi (1999)
Türkiye tarafından 2001 yılında onaylanan bu sözleşme, çocuk işçiliğinin en ağır ve insanlık dışı biçimlerine karşı acil ve etkili müdahale yükümlülüğü getirmektedir. Sözleşme, 18 yaş altındaki herkesin “çocuk” sayıldığını kabul eder ve bu kapsamdaki çocukların en kötü biçimlerdeki işlerde çalıştırılmasını yasaklar.
Sözleşme kapsamında yasaklanan çocuk işçiliği biçimleri şunlardır:
Taraf devletler, bu kapsamdaki çocukların;
UNICEF ve Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (1989)
Türkiye, bu sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış, 9 Aralık 1994 tarihinde ise bazı çekincelerle onaylamıştır. Sözleşme, 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 196 taraf ülke ile en geniş onay görmüş uluslararası insan hakları belgesidir.
Sözleşmeye göre, “çocuk”, kanunen daha erken yaşta reşit olma durumu dışında, 18 yaşının altındaki her birey olarak tanımlanır. Sözleşme, çocukların ekonomik sömürüye karşı korunmasını ve yaşlarına uygun olmayan işlerde çalıştırılmalarının engellenmesini öngörür. Çocuğun çalışması, onun eğitimine ve gelişimine engel olmamalı; fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlığını tehdit etmemelidir.
Sözleşmenin dört temel ilkesi şunlardır:
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
Birleşmiş Milletler tarafından 3 Ocak 1976 tarihinde yürürlüğe konulan sözleşme, Türkiye tarafından 2000 yılında imzalanmıştır. Sözleşme, taraf devletleri hukuken bağlayıcı yükümlülükler altına sokmaktadır.
Sözleşmede, çocukların ve gençlerin toplumsal ve ekonomik istismara karşı korunması, onların sağlığını, gelişimini ve eğitimini tehdit eden işlerde çalıştırılmamaları gerektiği vurgulanmaktadır. Bu tür ihlallere karşı işverenlerin kanun yoluyla yaptırıma tabi tutulması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
Avrupa Sosyal Şartı
Avrupa Konseyi tarafından 18 Ekim 1961’de imzalanan bu şart, Türkiye tarafından 16 Haziran 1989’da onaylanmış ve 7 Ağustos 1989 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
“Çocukların ve Gençlerin Korunma Hakkı” başlığı altında yer alan maddeler, taraf devletlere şu yükümlülükleri getirmektedir:
Türkiye’de Çocuk İşçiliğine İlişkin Yasal Düzenlemeler
Türkiye, çocuk işçiliğini önlemeye yönelik olarak uluslararası sözleşmelerle uyumlu çeşitli yasal düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur.
Anayasa’nın 41. maddesi, devletin çocukları her türlü istismar ve şiddete karşı koruma yükümlülüğünü açıkça ifade eder. 50. madde ise kimsenin yaşına, cinsiyetine ve fiziksel gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamayacağını vurgular. Bu maddede özellikle çocuklar, kadınlar ve engelliler için özel koruma önlemleri öngörülmektedir.
Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 138 sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi’ne taraf olduktan sonra, çocukların çalıştırılabileceği yaş sınırlarını 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. maddesi ve ilgili yönetmeliklerle düzenlemiştir:
Ayrıca, çocuk ve genç işçilerin hangi işlerde çalıştırılabileceği, 6 Nisan 2004 tarihli “Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ile detaylı şekilde belirlenmiştir:
Yönetmelikte, bu yaş gruplarına göre hangi işlerde çalıştırılabilecekleri detaylandırılmış, özellikle 16–18 yaş aralığındaki genç işçilerin bazı ağır işlerde çalışma koşulları ayrıca düzenlenmiştir.