Kadın Mücadelesi Mirabellerin İzinde “Kelebek” Etkisiyle Büyüyor

24.11.2025

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, tüm dünyada kadınların maruz bırakıldığı şiddete, sömürüye ve eşitsizliklere karşı verdikleri mücadelenin simgesel ifadesidir. Ancak bu tarih, kadınların şiddetsiz ve eşit bir yaşam mücadelesinin yalnızca bir günü değil; aynı zamanda süreklilik gösteren bir mücadelenin, tarihsel bir yüzleşmenin ve toplumsal sorumluluğun bir parçasıdır.

Bu günün tarihsel kökeni, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden ve erkek egemen şiddetin hedefi olarak katledilen Mirabel Kardeşlere dayanmaktadır. Onların mirası, adaletin tesis edilmesi, hesap verilebilirliğin sağlanması ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele konusunda tüm dünyaya rehberlik etmektedir.

Kadınlara yönelik şiddetin ortadan kalkması; ancak erkek egemen düzenin dönüşmesi, devlet politikalarının kadınların yaşam hakkını temel alması ve toplumun cinsiyetçilikten arındırılması ile mümkündür. Özgür ve eşit bir yaşamın inşası kolay değildir; bu nedenle kadınların dayanışması, örgütlenmesi ve ortak mücadelesi yaşamsal önem taşımaktadır. Bu doğrultuda ortaya koyduğumuz irade nettir: şiddetin karşısında eşitlik ve özgürlük için, yaşam hakkımız için birlikte mücadele edeceğiz, dayanışmayı büyüteceğiz.

Kadın cinayetleri artarken şiddetle mücadele mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekirken, “Aile Yılı” adı altında kadınları şiddet gördükleri evlere mahkûm eden, kadınların yaşam hakkı için ayrılması gereken bütçeyi kısıtlayan politikaların hayata geçirilmesi, kadınların yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm edilmesi kabul edilemez.

2025’te şimdiye kadar en az 246 kadın öldürülmüştür. Bunlar yalnızca kamuoyuna yansıyan verilerdir; pek çok kadın cinayeti kayıt altına alınmamakta veya örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Son olarak Ankara Yenimahalle’de kayınpederi tarafından, boşanma süreci devam ederken 5 yaşındaki kızının gözleri önünde vahşice katledilen Başak Gürkan ile Dilovası’nda kayıtdışı, güvencesiz, insan haklarına aykırı, güvensiz, sağlıksız bir atölyede çalışmak zorunda bırakılan ve çıkan yangın sonucunda yaşamlarını yitiren 3 kadın ve 3 çocuğun yaşam ve çalışma koşulları, kadınların ve çocukların yaşam hakkını tehdit eden ağır ihlallerin boyutunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Kadınları uzaklaştırma kararlarına rağmen, elektronik kelepçeye rağmen korumayanlar, faillerin kolaylıkla silaha erişebildiği ortamı yaratanlar, iyi hâl indirimleriyle failleri cesaretlendirenler, aileyi kutsayıp boşanmak isteyen kadınları korumasız bırakanlar, kayıpların ve şüpheli ölümlerin aydınlatılmasını engelleyenler, kadınların yaşam tarzını, kıyafetini, varoluşunu yargılayan zihniyetin sırtını sıvazlayan ve cesaretlendirenler, bakım yükünü kadınlara dayatıp onları eve hapseden ve “kadının yeri evidir” diyenler, çalışma hayatında kadınları ucuz emek olarak gören, sendikalaşmalarına tahammül edemeyenler, kız çocuklarının eğitim hakkını engelleyenler, şiddeti ve kadın düşmanlığını meşrulaştıran, kadınların öldürülmesini savunanları ekranlara çıkaranlar ve medya aracılığıyla kadınlara nasıl yaşamaları gerektiğine dair parmak sallayanlar ve son olarak bu çarpık düzendeki şiddet sarmalında çıkarlarını gözeterek üç maymunu oynayanlar… Bunları tanıyoruz, bunlar kadına yönelen şiddetin failleridir, suç ortaklarıdır. Cezasızlık uygulamaları, iyi hâl indirimleri ve failleri koruyan yargı pratiği, devletin kadın cinayetleriyle yüzleşme iradesinin zayıflığını açıkça göstermektedir. Bugüne kadar şahit olduğumuz yüzlerce şüpheli kadın ölümünde karşılaştığımızı bu tutumun son örneği Rojin Kabaiş’in katledilmesine ilişkin yürütülen süreçte somut olarak tekrar görülmüştür. KYK’den üniversite yönetimine ve adli kurumlara kadar birçok yapının sorumluluk alması gerekirken sürecin şeffaflıktan uzak yürütülmesi, kamu vicdanını derinden yaralamaktadır.

Bu nedenle 25 Kasım’da yalnızca şiddet biçimlerini değil, bu şiddete göz yumankel tweet, sürdüren ve meşrulaştıran tüm yapıları teşhir etmeyi sürdüreceğiz. Kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi; hem toplumsal barışın hem de demokratik yaşamın teminatıdır. Biz kadınlar, hiçbir baskı politikası karşısında geri adım atmayacağız. Şiddete dayalı bu sistemin karşısında özgür ve eşit bir yaşamı kararlılıkla inşa etmeye devam edeceğiz.

Kadınların mücadelesi, özgür ve eşit bir geleceğin garantisidir.

Ve biz, bu geleceği mutlaka inşa edeceğiz.

Genel-İş’li kadınlar olarak; kazanılmış haklarımıza saldırıların arttığı bu ortamda toplumsal cinsiyet eşitliğinin her yönüyle sağlanmasına yönelik politikaların geliştirilmesi için kararlılıkla mücadeleyi sürdüreceğimizi tekrar belirtiyor, taleplerimizi yineliyoruz:

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasa etkin bir biçimde uygulanmalıdır!

25 Haziran 2021’de yürürlüğe giren ILO 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi onaylanmalı, etkin biçimde uygulanmalıdır!

Kadın cinayetlerinde ve kadına yönelik her türlü şiddette cinsiyetçi iyi hal, tahrik indirimi gibi uygulamalardan vazgeçilmelidir! Şiddetin adil bir biçimde cezalandırılması sağlanmalıdır.

İktidarın esnek çalışma politikası yerine, kadınlar için tam zamanlı ve güvenceli istihdam olanakları yaratılmalıdır.

Eşit değerde işe eşit ücret lütuf değil haktır.

Kadınların işgücüne katılımının önündeki en büyük engellerden olan ve kadınlar için şaşmaz bir toplumsal cinsiyet rolü olarak görülen ev içi sorumluluklar için kamusal politikaların hayata geçirilmesi şarttır. Özellikle kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından kreş, gündüz bakım evi, hasta ve yaşlı bakım evleri gibi merkezler açılarak herkesin ücretsiz yararlanabileceği bir hak olarak tanımlanmalıdır.

Kamu-özel ayrımı olmaksızın, zorunlu hizmet ve üretim alanında çalışan ebeveynlere dönüşümlü ve eşit olarak ücretli izin verilmelidir.

Kadınların gece-gündüz fark etmeksizin sokaklarda özgürce dolaşması için yerel yönetimler güvenli sokaklar yaratmaya katkı sunacak uygulamaları hayata geçirmelidir.

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

YAŞASIN KADINLARIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELESİ!